20 Aralık 2012

Ateş Topu Saldırısııııı

Ya bu aralar acayip hissediyorum. Gerçi ben hep böyle hissediyordum. Ama bu aralar daha çok yani, sanırım nedeni işimde mutsuz olmam. İş yeri artık eskisi gibi gelmiyo bana. Takır takır kod yazmak istiyorum. Böyle klavye sesinden başka bişey çıkmasın istiyorum, ama olmuyo, kuruma güvenim de azaldı zaten, iş arkadaşlarımda sürekli neden neden diye soruyorlar, anlatamıyorum. "Bişey yok" diyorum ama aslında birşey yok. Ya da birçok şey var, birikiyor işte ne biliym. Ünlü bi adam vardı ismini hatırlayamadım, şöyle demiş: "There is no big problem, there are a lot of small problems". sanırım öyle bişey. Sıkılıyorum sıkılıyorum, sonra saçmalıyorum.

Heh tam konudan uzaklaşırken son cümleyle son anda tutundum yine konuya. "saçmalıyorum" da kalmıştım. Ya böyle iş yerinde, işe gelirken veya işten giderken (başka bişey yok zaten hayatımda =)) ellerimden ateş çıkarabiliyormuşum gibi hissediyorum. O kadar gerçekçi bişey ki, ellerim ısınıyo bu ayazda :) Avcumu kaldırıyorum yukarı doğru sonra biraz sıkıyorum kendimi, ağzımla da "vuuu", "fuwww" gibi saçma saçma sesler çıkarıyorum, sonra oluyo, önce küçük bi kıvılcım, tam avcumun ortasında, sonra büyüyo büyüyo ve bir ateş topu oluyo, takriben küçük bir kavun kadar :D sonra kimseye zarar vermek istemediğim için, gökyüzüne doğru fırlatıyorum. İnşallah yanlış yerlere düşmez, yangın falan çıkmaz.

16 Ekim 2012

0 iken ∞ Olmak

Hayat dediğimiz koşuşturmaca aslında basit bir matematikle özetlenebilir. - ∞' da başlar maceramız ruhumuzun yaratıldığı zamana denk gelir buda. Sonra 0' la doğarız sonrasında ve ölümle ∞'a ulaşırız.Tüm çabalamamız, tüm uğraşımız kısaca budur aslında.Zaman denilen faktörle de tuzu biberidir. Sizin geriye doğru gitmenizi önleyen.
Tüm bu matematik içerisinde küçükken duyduğu bir kaç söze deli gibi bağlananlar vardır benim gibi. Deli gibi gerçek olmasını isteyip ona inananlar. Hiç unutmam o zamanı. Küçüktüm televizyonda her zaman ki gibi çizgi film seyrediyordum. Tabi o zamanlar bir çok şeyi bilmiyorsunuz bu karmaşık matematik hakkında. Yine de ilk duyduğumda etkilemişti beni. Çizgi film bitmiş ve bizimkiler hemen sabahında erken saatlerinin verdiği o ilhamla Kuran-ı Kerim okuyan bir kanal açmışlardı. Tabi bende çizgi filmin bitişinin bir burukluğu var. Neyse sonra okumaya başladım meallerini. Oradaki bir sözcük beni etkilemişti. "Biz, sizi çift olarak yarattık." okuduğumda bir anda garip hissettim. Nasıl yani diyordum. Sonra başladım araştırmaya. Sonunda okuduğum o mealin NEBE suresi 8. Ayet olduğunu buldum. 
Sonrasında düşündüm  . Baya baya düşünmeye başladım. Benim bir eşim var. Benimle yaratılan. O kadar uç bir düşünce gibi geliyordu ki. Tabi lise ye kadar çok üstünde durmadım bu düşüncenin. Saden o zamana kadar eş benim için oyunda bir arkadaştı sadece benimle oynayan.Liseye başladığımda yavaş yavaş sarmaya başladı beni bu düşünce.Eğer ben eşimle beraber yaratıldı isem o nerede? Kiminle ? Daha da önemlisi onu nasıl bulacağım ? Aklımda bir sürü soru işareti sürekli bir şeyler arıyordum. Kitaplarda internette. Sonra bir ara yine   unuttum bu düşünceyi. Oss canavarı vardı karşımda ve birileri bana o canavarla baş edemezsin demişti. İnat biri için söylenecek son söz gece gündüz ders çalışmaya başlamıştım. Öyle bir şeydi ki yemek yemek su içmek gibiydi soru çözmek. Yolda dahi aklımda sorular vardı. Sonrasında ise Üniversite geldi. Orada ise tamamen kucaklamıştı bu düşünce beni.   Kayseri'den Denizli'ye yaptığım o yolculuklarda aklımda sürekli bu vardı. Nasıl olabilir. Nasıl beraber yaratıldığın bir insan bu dünyada var olabilirdi. Peki onu nasıl bulabilirdin. O kadar garipti ki bu düşünce. Sonrasında kendimce sonuçlar bulmaya uydurmaya başladım. Bir çok şeyi buna bağlıyordum artık. Ferhat ile Şirin'i, Leyla ile Mecnun'u bu mantıkla çözdüm ben. Sonrasında ise anladım. Hayatın olduğu gibi bununda matematikle ilgisini.
Şöyle başlıyor benim teorim. Sonsuzda var olduk biz sonsuz bir şekilde . Başta sadece sonsuzduk.(∞) Sonra bedenlerimiz yaratıldı ve bu sonsuz iki ye ayrıldı.(00) Bu ayrım yapılırken kimi sonsuzun kollarından parçalar almış kimi ise sadece 0 olarak gelmiş dünyaya. 0 olarak gelse de sonsuzdan parçalar da alsa yine de eşini aramaya başlamış. Çünkü yarımmış. Niye neden olduğunu bilmese de kendisi istemese de aramış.Kimi zaman eksik parçasına en çok benzeyenine bağlanmış.   Kimi zaman ise parçası ile alakası olmayan başka bir 0'a.
Buna rağmen eğer baştaki sonsuz bu dünyada da birbirini bulursa insanlar buna aşk demiş. O kadar küçük bir ihtimaldeki bu aşk. O kadar kişi içerisinden tekrar sonsuz olmak. Sonsuza uzanmak. İşte ben Ferhat ile Şirin'i, Leyla ile Mecnun'u bu sonsuzu bulanlardan olarak değerlendiriyorum.
Çoğu zaman da bulamıyoruz aslında biz eşimizi. O bağlantı noktalarının koptuğu yerden bozuluyor sonsuz sanıp da oluşturduğumuz ilişki. Bazısı sabrediyor aradaki o ufak boşluğu görmezlikten gelip devam ediyor hayatına. Beraber yürüyor yanındaki ile bu sayı doğrusu üzerinde. Çoğu ise dayanamıyor o boşluğa ve ayrılıyor tekrar 0 oluyor ve tekrar arıyor parçasını.
Benim korkularımda burada başlıyor. Ya bulamazsam ben eşimi. Ya bulamazsam ben benimle yaratılanı. Onun için bekliyorum. Onun için sabrediyorum  kimse anlamasa da beni.Yine de korkuyorum ya o sanarsam birini. Yada benim aradığım 0 başka birine bağlanmışsa. Tüm bu düşünceler boğuyor o zaman beni. Daha bilmezken o 0 ı nasıl tanıyacağımı tüm bunları düşünmek deli saçması gibi geliyor bana. Çoğu zaman pes ediyorum ama olmuyor. Anlatamıyorum kendime.
Ah be blog. Senden olmasan kime söylicem bu düşündüklerimi. Kime anlatacam. İnan o kadar ağır geliyorki bazen bu sayı doğrusu. O kadar zor geliyorki üzerinde yürümek. Yalnız başına. Bir yandan da biliyorum tek değilim yalnız yürüyen. Yürüye bilen. Yine de sadece tekmişim gibi sitem etmek geliyor elimden. Sitem edip beklemek.0'ı beklemek.Yine duygularım geçti kelimelerimi. Saçmalıyorum yine. Bu yüzdendir tamamlayamıyorum hiç bir yazıyı.Yine burada bırakacağım..
Sonsuzdan geldik sonsuza gideceğiz. 0 olduk sonsuzu arıyoruz...
Sonsuz olmanız 0'ınızı bulmanız dileğiyle..

5 Haziran 2012

Şövalye ile Lord

Macera -I-
Çok uzun zaman önceydi her şey. Büyü ve hayaller terk etmemişti henüz dünyayı. İki insan vardı. İkisinin de amacı farklı ama aynı yolda yürüyen. Biri karşısına çıkacak efendisini bekliyor diğeri ise kaybettiği prensesini arıyordu. Pek çok diyar dolaşmışlar pek çok şehirde nam salmışlardı. Hikayeleri çocukların dillerine şehirlerin her yanında yankılanırdı. 
Çok yorulmuştu şövalye. Hemen Lord ile beraber yol kenarında bir ağacın altına oturmuşlardı bu yüzden. Her zamanki sohbetlerinden, dünyada ki bu büyü den ve aradıklarından bahsediyorlardı birbirlerine. Yolun karşısında derenin yanında bir anda prenses ve yanındaki kalabalık belirdi. Lord ile şövalye şaşırmıştı. Çünkü Şövalyenin hizmetini sunabileceği bir efendiyi bu kadar çabuk beklemiyorlardı. Şövalye ilk başta inceledi. Kendisinin efendisi olabilecekmiydi yada kendisi o efendiye layık bir şövalye olabilecek-miydi. Konuştular ve tartıştılar Lord'la uzun uzun. Konuşuyorlardı ama bilmiyorlardı ne olacağını. İzlemeye başladılar.
Bir kervan geldi. Eğlenceli ve küçük bir kervan. Ticaret kervanıydılar. ve kırmızı elma satıyorlardı. Prenses ilgi gösterdi bu kervana. Her ne kadar şövalye anlamasa da. Lord ise hemen kervanı durdurup prenses için şövalyenin elmayı almasını söyledi. Şövalye kararsızdı. Kervan yanlarından ayrıldıktan sonra prensesin yavaşça takip edip. Prensesin beğendiği elmayı aldı. Aklında bir çok soru vardı. İlki neden Bu elmayı aldığı idi. Sonra kervana geri yetişip bu elmayı prensese vermeleri karşılığı onlara bir kere altın vereceğini söyleyip onları ikna etti. Kendisi tekrar Lordun yanına Ağaçların altına döndü ve izledi uzaktan. Yine de Şövalye etkilenmişti. Prensesteki o merhamet ile efendisi olabileceğini düşünüyordu. 
Kervan elmayı götürdü ama prensese vermedi. Prensesin yanında ki büyücü aldı kervandan elmayı. Ne düşündüğünü ne planladığını anlayamadı Şövalye ve Lord.
Şövalye konuşmalıyım. efendim olup olmayacağını sormalıyım dedi. Lord da tabi ki her zaman ki gibi yol arkadaşının yanındaydı. Yolun karşısına geçtiler ve yavaş yavaş yaklaştılar prensesin heyetinin yanına. Şövalye tam prensesle konuşacak . İlk başlarda bir efendiye nasıl söylemeli bilmiyor. Toplamaya çalışıyor. Ama bu sırada büyücü giriyor araya ve neden geldiklerini soruyor. Cevap veremiyor Şövalye. Çünkü başka şeyleri toplamakla düşünmekle meşgul. Özellikle de doğru efendi olup olmaması konusunda ama büyücü izin vermiyor konuşmasına ve uzaklaştırıyor onları. Şövalye ve Lord anlam veremiyor buna. Kızgın olsalar da geri dönüp atlarına bindiler.
Sonra o kızgınlıkla hızlı bir şekilde güneşin battığı yöne sürdüler atlarını.. Arkadarındaki büyücü ile Prensesi unutmak istercesine...
To be Continued...


27 Nisan 2012

Vayy be..

İçinden geldiği gibi yazmak

Uzun zaman oldu yazmayalı. Şimdi bile belki biraz tesadüf belki yine kendi saflığımla yazıyorum. Bir okuyucum var. O kadar ilginç ki benim için. Yazdıklarımı takip eden ve okuyan birisi. Ne kadar tuhaf olduğuna bakmaksızın anlatmak istediğimi anlamaya çalışan bir takipçi. Çok merak ederdim insanların neden kendi duygu ve düşüncelerini yazmak gibi zor bir eylemle neden başkalarına aktarmaya çalıştıklarını veya en çok merak ettiğimde genelde okuduğum kitaplardaki yazarların kişilikleri olurdu. Aynısı ile karşılaşınca (öyle olduğunu kabul ediyorum) tuhaf hissettiriyor. Hiç anlamdıramadığınız bir yazma dürtüsüne dönüşüyor. Yazdıkça rahatlıyorsunuz. dışarı çıkıp haykıramadıklarınızı, başka insanların bilmesini istemediklerinizi şu blog'a yada bir kağıt parçasına aktarınca sanki hafifliyorsunuz. Bazen eziliyorsunuz o yükün altında hatta. Kendinizi bir yerlere atmaya çalışıyorsunuz. Dışarı çıkıyor sessiz gecede boş yollarla konuşuyorsunuz, yağmuru bekliyorsunuz yağmur yağsın da sokaklar boşalsın sizden taşan o göz yaşlarını göremesin diye. Şimdi diyeceksiniz erkek adam da ne gezer göz yaşı falan diye ama öyle değil. Hayatın bir çok şeyine karşı koyabiliyorsunuz. Karşılaştığınız veya karşınıza çıkan bir çok şeyi içinize atıyorsunuz. Söyleyemedikleriniz, anlatamadıklarınız, yapamadıklarınız hepsi. Bazen de o yağmurlarda kendinize itiraf ediyorsunuz bazı şeyleri. Yaptığınız yüreğinizi sızlatan hataları, kaçırdığınız fırsatları veya geriye dönüp bakıp pişman olduklarınızı bir bir itiraf ediyorsunuz kendinize. Yağmurla beraber akmasını,üzerinizden gitmesini istercesine. Yağmurla beraber temizlenmek üzerinizdeki kirlerden kurtulmak istercesine. 
İşte yazmanın da birilerinin okuduğunu, okuyanları tanımadığınız ve onlarında sizi tanımadığı zaman verdiği his buna yakın. Hatta biraz daha hafifletici olduğunu söyleyebilirim.Tüm bunların yanında zorlukları da var yazmanın. Helede birilerinin okuduğunu bildikten sonra. İster istemez daha düzgün cümleler kurmaya çalışıyorsunuz. Belki sadece sizin anladığınız , sadece sizin dünyanızda bir şeylere karşılık gelen kelimeler yerine onları genellemeye çalışıyorsunuz.  İmla  hatalarına dikkat ediyorsunuz. En önemlisi ise ne olursa olsun korkuyorsunuz biraz. Yazdıklarınızı sizi tanıdığını sanan insanların okumasından, yanlış anlaşılmaktan veya hiç anlaşılamamaktan. Tüm bu nedenlerden dolayı yazdıklarınızı yayınlamadan önce defalarca kontrol ediyorsunuz belki. Her gün yorum yapılmış mı diye defalarca diriyorsunuz çölün ortasındaki bu su birikintinize.
Her ne olursa olsun. Bir kişiden gelen yorum sizi mutlu ediyor. Yazarken saç baş yolduğunuz, sitreslere girdiğiniz , onca zahmete girdiğiniz her şey bir anda anlam kazanıyor. Hele ki yazınızın bir şeyleri etkilediğini bildiğinizde daha da artıyor bu anlam.
Kıssadan hissemize gelecek olursak. Yazmak onca meşakatine rağmen, o kadar korku vermesine rağmen bildiğim en iyi rahatlama yöntemleri içerisinde. O yüzden herşeyi bir kenara bırakıp yazın. Yazmaya devam edin. Sadece siz okusanız dahi yazdıklarınızın sizin dışınızda bir yerde olması veya sizin dışınızda başkalarının bilmesine izin verin. Çünkü evren çok büyük. Sizin gibi olan, sizin yaşadıklarınızı anlaya veya yaşayan daha da önemlisi belki yazdıklarına ihtiyacı olan insanlar vardır. Onlar için yazın...

6 Şubat 2012

KAYS-ERİ

Yeni yazmaya başladığım bir hikaye. Aslında çok uzun zamandır kafamdaydı. Kayseri de çalışmaya başladığımdan beridir sürekli otobüs ve tramvay seferlerimde kuruyordum bişiler sonunda yazabildim. Biraz klasik biraz faklı,biraz komik biraz dramatik,romantik ama mendile gerek yok.Umarım seversiniz.Özellikle de yorumlarınızı bekliyorum onlar benim için çok önemliler.Çünkü belki onlarla beraber diğer hikayelerimi de yayınlama cesareti bulabileceğim.
Burada yazmayacağım hikayeyi. Uzun zamandır bir arkadaşa borcum vardı. Onun blogunda yazarak bu borcu ödeyeyim bari.


Link:Kays-Eri'nin Hikayesini Hiç Dinledin mi?

Parça parça yazacağım şimdilik tepkileri görebilmek için. Her gün bir şeyler eklemeye çalışacağım.